Aşkı anlatan mektupnameler

Günümüze kadar yazılmış en güzel aşk mektupları, gerçek, yaşanmış ve hala içinde o naif duygu barındıran sözcükler...

Türk edebiyatında mektup

Türk edebiyatından önemli mektup örnekleri ve kitapları

Kartpostal ve Mektuplar

Yaşamım boyunca okuduğum, yazdığım mektuplar ve sevdiklerimden aldığım kartpostallar..

Eskide kalan; telgraf

Bir zamanlar acil durumların en iyi dostu olan telgraf ve onu bize miras bıraktığı kısa cümleler...

Yazdığım mektuplar

Hayatın akışını nakşettiğim beyaz bir kağıdın sararan cümleleri...

Hayata tanıklık eden mektuplar

Kalemin ucundan dökülen sözcükler hiç tanımadığımız insanların geçmişlerini geleceğe taşıyorlar...

Gezi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Gezi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Aralık 2013 Salı

JAMBO









Önümde dünya küre, döndürdüm döndürdüm, sonra durdurdum.
Gezdim bütün ülkeleri, parmağımla dokundum şehirlere.

İlk Kenya, dokunmuşum  Mombasa’ya.,oldum bir Afrikalı.

Ayağım çıplak, başımda kocaman sepet, kucağımda bebek…
 
Jambo diyorum hayata, orada yaşasaydım eğer, yaşadığım gerçek hayatın lüksünün farkında olur muydum acaba? Musluktan akan suyu bolca tüketmek lüksüne, yediğim her gıdaya, okuduğum kitaba, çalıştığım işe her şeye şükürler olsun aslında. Kadın olmayı bırak, erkek olmak bile zordur Afrika’da çoğu yerde.
Egzotik güzelliklere diyecek laf yok, görmek lazım. Örneğin şu anda dışarıda karla karışık yağmur yağarken orada Hint okyanusunda yunuslarla yüzebilir, denizin altındaki muazzam güzellikleri seyredebilir, safari yapabilir, doğal uçsuz bucaksız görünen parklarda filleri, aslanları, leoparları, zürafaları görebiliriz.
Belki de parmağımın burada durmasının nedeni gerçekten orada yaşamak için değil, ama vurulduğum cümleler içindir.

Haraka haraka hayna baraka, no hury in Afrika.”

Ne koşuyorsun hayatta, niye bu telaş, al işte Afrika’da koşmak yok, telaşa gerek yok, her şey hal olur. Hal olur?
Gün içersinde arı gibi çalış, zamanla yarış, bazen dışarıda yağmurun, karın farkında olma, akşama ne pişireceğim, şu ne olacak, bu nasıl haledilecek, acelem var, yetişmem lazım derken neyi halediyoruz acaba. Etrafımızda öfleyen, püfleyen, suratı gülmeyen insanlar, çözülmeyen veya bekleyen sorunlar, hastalıklar her şey bir koşuşturmaca.
Afrika’da her şey yavaş yavaş hallolur. Hiç acele etmeye gerek yok. Hala telaşa devamsa gülümseyip “Hakuna Matata
yani problem yok her şey yolunda diyorlar. En zor şartlarda bile gayet sakin bir tarzda hemen bunu söylüyorlar. Eğer biraz telaş görürlerse hakuna matatanın arkasında “pole, pole” yani “yavaş, yavaş” diye de ekleme yapıyorlar.
Yavaşlamak lazım, koşmadan hayatın güzelliklerini yaşamak için pole pole demek lazım.
Uygulayanlara saygı duyuyorum, ben de uygulamayı umut edenlerdenim.
Önümde küre, parmağımı dolaştırıyorum, döndürüyorum, döndürüyorum, yerime geri dönüyorum.
Dünyanın tüm ülkelerini gezebilecek kadar zamanım olur mu bilmem, ama belki eşref saatimdir, bakarsın tutar. Örneğin yılbaşında piyango biletine büyük ikramiye çıkarsa…
Ah hayal kurmak ne güzel şey..
Vakit gelmiş,hızlı trafiğe kavuşma vakti..


                                                                                                Mektubunuz Var             




31 Temmuz 2013 Çarşamba

ABLAMA NOSTALJİ

   NOSTALJİ MEKTUPLARI

      Sevgili Ablacığım

         
   Uzun zamandır sana mektup yazmadım, sende bana yazmadın ya neyse. Hatırla bakalım, en son mektuplaşmamız ne zaman olmuş… Baktığım mektupların arasında, 1985 yılına ait var.

 Eski mektuplara baktım geçenlerde, her satırda hoş anılar tekrarlandı.         Unutulanlarda ise “aaa, böyle miydi?" gülümsemeleri belirdi yüzümde.

En büyük yeğenimin pek mektupla alakası yok, buzdolabının üstüne astığın anneler gününe özel sana duygularını anlatan küçücük bir kâğıt parçası, herhalde o yüzden çok değerli.

Alev, Mine yazmaya başladıktan sonra mektupları bırakmış. En çok Miniş’imden almışım mektupları. Bende özenle saklamışım onları. Ne güzel!

Mektup yazmayı ne zaman bıraktık acaba? Herhâlde haberleşme kolaylaşınca olmuştur. Öğrenciyken evimizde telefonumuz yoktu, postaneye gidip sırada bekleyinceye kadar, “at bir mektup, dünyanın haberlerini de yaz içine” düşüncesiyle yazıyorduk belki de. Telefon açma kolaylaştıkça, yani aradığımızda fazla beklemeden konuşma imkânına sahip olunca yazmayı önce azalttık, sonra cep telefonları ile her şey daha kolaylaştı, şimdi ise herkes birbirini takip edebiliyor.
        Geçenlerde Mine bana kart atmış,telefonla  söyledi. İlginç olan kartpostal bir hafta sonra elime geçti. “Değişmeyen şeyler var yine” dedim, hala postalar geç geliyor.                          
                                


Mine kendi bloğunda ne güzel anlatmış gezdiği yerleri, çektiği resimler harika, görmüş kadar olduk. Ayrıca duygularını resimlere katınca, oturduğum masadan kalkıp resimden oralara uçmak istedim.

Mine blog açtığında her gün acaba ne yazdı, bugün ne pişirdi diye bakınıyordum, uzaklar artık ne kadar yakın değil mi?

Tatil deyince, biraz fazla yorgun hissettim geçen hafta kendimi, canım hiçbir şey yapmak istemedi. Bazen bu ruh halinde olmakta insanı dinlendiriyor. Kitap yerine bol bol mektup okudum o günlerde.

Dinlendim.

     

         Bugünkü mektupta nostalji var.




 Mektup 19 mayıs 1980 de yazılmış,
Doğum günümü kutlamak için. Üniversitede okuyordum.
Şimdi günlük olayları değil,anında herkes birbirinden haberdar.
Haftada,ayda bir iki kez,hatta yılda bir kere bile yazılsa, haberleşmek birbirimizden haber almanın yoluydu mektuplar...







   Ablacığım,mektubuma son verirken hasretle sana saygılarımı gönderiyor ve seni öpüyorum.

                             
                               Kardeşin




Tavsiye:

Gezileri güzel,okudukları okunacak,yemekleri yapılacak,çocuklara ise sevilmeyenler hikaye ile yedirilen cinsten.
http://minetozanlioglu.blogspot.com/











29 Temmuz 2013 Pazartesi

KIZIMA MEKTUPLAR

İKİ MEKTUP

Hayallerinin peşinde koşan kızım

"Fuji dağının tepesinde güneşin doğuşunu seyredeceğim” dedin ve seyrettin.

FUJİ DAĞI
BULUTLARIN ÜSTÜNDE
Düşünüyorum da hayallerin sonu yok… Hayallerin gerçekleşmesi için uğraşmak, dilediğin gibi yaşama hakkına sahip olmanın ve yaşamını kendin yönetebilmenin sonucu olsa gerek.

UFUK
Aslında gördüğün çizgiden daima daha ileriye baktığında çizginin sınırlarının olmadığını fark etmendir. Bizler, arzularımızla bile ulaşamayacağımız büyüklükte bir dünyanın önce pencerelerini, sonrada kapılarını aralamayı başardık. Dünya, sizin nesil için, avucunuzda sımsıkı tutabileceğiniz kadar küçük, küçüldü. Güneşin doğuşunu sekiz saat ileride yaşayan bir ülkenin dağından sen seyrederek, bense seni dinleyerek yaşayabiliyorum, görmem olmadan.

HAYALLER
Hayallerimiz, gördüklerimiz, varabildiklerimiz sınırlıydı, düşüncelerimiz bile sınırlıydı. Düşüncenin ötesi bizim için keşifti. Uçağa binip bir yerlere gidebilmek lüksün adıydı. Televizyonda dünyayı gezen nadir insanları görmek hayranlığın adıydı. İlkokul beşinci sınıfta, Sadun Bora dünyayı dolaşıp yatıyla İstanbul boğazından geçeceği gün okuldan bahçeye çıkıp, okyanusları geçen yatı seyretmek bile akıl almaz bir olaydı. Biz, Coğrafyayı önümüzdeki küreyi çevirerek veya atlaslarda şehir bulmaca oynayarak, derslerde ise gidemediğimiz yerler hakkında sınırlı bilgilerle öğrendik. Zenciyi, Japon’u, sarı ırkı ülkemize gelince gördük. Tabi ki dünya vardı ama ulaşım bu kadar şanslı değildi…

DÜN

Bana Kore’li arkadaşının Eylülde geleceğini söyledin. Artık bu çağın çocukları, gençleri dünyanın her yerinden arkadaş edinebiliyor. Bizse yabancı dilimizi ilerletmek için gidemediğimiz ülkelerden birileriyle mektup arkadaşlığı yapardık. Tanışmalar çok ender olduğu için arkadaşlık satırlarda kalır, mektuplar bir süre sonra kesilirdi. Şimdi sizler dünyanın çeşitli yerlerinden arkadaşlarla planlar yapıp, bir ülkede görüşüp, istediğiniz yere gitme şansına sahipsiniz.
İlk görev yerime gideceğim zaman, yıl 1983 de, tesadüf, babaannem ve göremediğim dedem görev için tam otuz günde kervanlarla gidebildiği yere, ben otobüsle yirmi saatte İstanbul’dan vardığım için şanslıydım. Şimdi yirmi saat de, aktarma ile olsa bile dünyanın öbür ucuna gidebiliyorsun.

BUGÜN 

Televizyonu seyrederken bir programda Tillokalesinin sırrı anlatılıyordu. "Yeni yılda ilk kez hocamın başucunu aydınlatmazsa ben o güneşi neyleyeyim" diyerek kolları sıvayan ünlü mutasavvıf Erzurumlu İbrahim Hakkı, Güneşin ilk ışıklarını daha Tillo sokaklarına düşmeden hocası ve şeyhi ünlü Mutasavvıf İsmail Fakirullah'ın mezarının başına düşürmeyi başarmış. İş arasında, babanla ilgimizi çekerek seyrettik, interneti açarak hakkında bilgi aldım. Sonra her şeyi bırakarak masamda hayallere daldım.
Bir televizyon programında göremediğim yerlere gidebildiğim için, internet de her türlü bilgiye ulaşabildiğim için, okuyabildiğim için, yapabilme ve öğrenebilme gücüne sahip olduğum için kendimi çok şanslı hissettim. Yaptıklarımla gururlandım, bilgi açlığım ise doyumsuz mutluluk…
Hayatımı sınırlı hayallerimle ve imkânsızları başararak yaşadım.
Biz de ufuk çizgisi vardı. Sizde çizginin ötesi var.
Sana ulaşabileceğin hayallerini verebilmek, belki de hayattaki en büyük başarımdır. Âmâ yaptıklarınla gururlanman ve mutlu olabilmeyi başarabilmen için uğraşmak senindir.
Biz kervanla gidilen yollarda, yolları kısaltmayı, mektupla günler sonra ulaşabildiğimiz kişilere, bir telefonla ya da mail ile ulaşabilmeyi, her yer, her şey hakkında bilgiye sahip olabilmeyi başardık. Yine de görmenin, okumanın, bilmenin sonu yok, kabul ediyorum.
Çok uzattım.

KİYOTO
Sen yanımızda bile özlenensin. Oysa senin özlemlerin uzakta…
Özlemlerine varman dileği ile...

Özlendin.

                                              ANNEN
                                                            

İkinci Mektup 


Fuji dağının tepesinde güneşin doğuşunu seyredeceğim” dedin ve seyrettin.

Babalı ’da 
Güneşin sabah saatlerinde denizin üstünde bütün kızıllığı ile yükselirken fırça vuruşları ile gökyüzünü renklendirmesini ve Karadeniz’in beyaz köpük dalgalarında ışıl ışıl parlayan ışık şölenini ve kahvaltı sonrası sıcacık çaylarımızı yudumlarken yunusların gösterisini seyrediyoruz babanla.
“Fuji dağında güneşin doğuşunu seyreden kızım, buradaki güzelliğin farkında mı acaba? ”dedi ve güldük.
“Gökteki yıldızlara bakarken, yerdeki çukuru görmezmiş müneccim. Fuji’den güneşin doğuşunu seyreden çoğu gezgin(!) Babalıdaki güzelliğin farkında değil ”dedi.
A be kızım, çık burada kayaların üzerine, otur seyret güneşi… Onun için taaa Japonyalara gidip, dağa çıkıp bizimde yüreğimizi ağzına getirmen gerekiyor muydu? Bir dağa çıkacaksan çık Nemrut’a…

Sen hiç Karlıova’da güneşin doğuşunu seyrettin mi? Dünyada iki yerde bir Everest’te, diğeri de Karlıova’da öyle doğarmış, güneş bütün renkleri ile yükselirmiş. Biz Karlıova’da güneşin doğuşunu seyrettik ama ne yazık ki bütün renkleri göremedik. Şimdi sen Everest’e de çıkacağım dersin, çıkarsın da…

GÜNEŞİN BATIŞI
BABALI-EV-SALINCAK
Bir Pazar günü 

Keyfimiz yerinde. Karadeniz’in dalgaları sana takılma duygusu uyandırdı içimizde.(Gülümse…,her zaman ki halimiz) Sahilde bizden başka kimse yok, sizlerin tabiriyle Allah’ın unuttuğu yerdeyiz. Biz doğanın sesinde dinlenirken, sizler şehirlerde kayboluyorsunuz.
Eeeee kızım, çocukların anne ve babaları hep büyüktür, malum. Zevkler ve renkler hiçbir zaman tartışmamalı, kuşak farkı ise bilinen gerçek.


Sözün özü, aslında sadece şu:
Mutlu ol, mutluluğun peşinde koş, ama yanındaki mutluluklarında farkında ol.

Öpüldünüz.


                                                                                                 BABANIN SÖZLERİ VE BEN








7 Mayıs 2013 Salı

Mektuba olan özlemim!

Özledim…
Önce postacılar vardı,haklarında şarkılar yazılmış,"bak postacı geliyor, selam veriyor, herkes ona bakıyor, merak ediyor…”, omuzlarında kocaman bir çanta, içi mektup dolu rengarenk.

“Bize uğrayacak mı?”, mektup beklenir, postacı gözlenir,heyecan çekilir, açılan mektuplar, okunan satırlar,sevinçler,hüzünler…

Sarı zarflar,beyaz zarflar,uzunları,küçükleri,kenarları mavi kırmızı ,özel ulak,uçak ya da tayyare ibareli zarflar ve meraklısına koleksiyon yaptırtacak kadar kıymetli olan renkli pullar…

Zarf bıçakları süslüsü, sadesi,gümüşü,ahşabı çeşit çeşit. Zarfın kenarından nazikçe içeri sokulan ve zarfı ,hele de içindekini yırtmadan açmak için kullanılan…

En önemlisi kalemler ve dolma kalemler… Siyah veya mavi renkte,kalın uçlu,ince uçlu mürekkepli ,bembeyaz kağıtları veya pembe mavi kağıtları donatan..

Özledim
Postacı gelirdi,mektup alırdık..

Mektuplar gönderirdik tanıdıklarımıza,sevdiklerimize,mektup arkadaşlarımıza.,annemize,babamıza,kardeşlerimize.

Sonra…

Büyüdüm, aşık oldum,aşkıma mektuplar yazdım,aşk dolu,özlem kokulu satırlar…

Yirmi üç saatlik otobüs yoluna gidip gelen, kimi zaman kara takılıp geciken bazen günlerce ulaşmayan,bazen üç dört mektup bir arada ulaşan .

Sıra yastık altlarına bırakılan mektuplara geldi,Sabahları mahmur gözlerde okunmuş satırların heyecanını arardım kocamın gözlerinde.Karşı karşıya yaptığımız sohbetler kadar tatlıydı ona mektuplarla seslenişim.Karşılığında sadece S.S (Seni Seviyorum) yazan kısa notlar bile gönlüme neşe katardı.

Önce oğlum oldu,muradıma erdim,canımı kattım.Murat Can koyduk adını.Sonra kızım oldu,özlemlerimizi adına verdik.Özlem..Çocuklarım okul çağına geldiklerinde onlarda katıldılar yastık altı mektup grubuna.Mutluluklar,sevgi sözleri,büyümeye atılan adımlar yazıldı satırlara.

Bir de kartpostallar vardı,cüce mektuplar..Bazen bir kutlama,bazen gezilen bir yer,bazen bir ziyaret anlatılırdı onlarda.Bayramlarda,yılbaşlarında sokaklarda rengarenk,gümüş veya altın simli,bazen kartı açtığında kocaman harflerle özlemi veya sevgiyi yazan çeşit çeşit ,seçmekte zorlandığımız,hangisinden kim hoşlanır diye kılı kırk yararak düşünerek seçtiğimiz kartpostallar .

Mektubun acelesi varsa adı telgraf olurdu.,postaneden çekilen..Acele ve günlüdür,yıldırım ibaresi kullanılır gönderilen kişiye hemen önemli haber iletilirdi.Hüznün de,sevincin de dayanılmazı telgrafı bir kaç kelime süslerdi.Kiminde doğum,kiminde ölüm,kiminde bir acele haber,bir kutlama...

Şimdi…
Hala postacılar var,geliyorlar…

Postacılar şimdi sadece faturaları veya resmi evrakları getiriyor. Kimseden mektup gelmiyor, kimse kimseye mektup yazmıyor,kimse artık telgrafı çekmeye gerek görmüyor.

Telgrafın ne olduğunu bilmeyen bir nesil yetişti.
Postanelerde kuyruklar olurdu, mektup atmak,bayramlarda kartpostallar için.
Şimdi postaneler banka da oldu.

Haberleşme mektuplarla değil,mail adreslerine gönderilen birkaç satır,ya da sosyal paylaşım sitelerindeki gibi kopyala yapıştır edebiyatı ile oluyor.Artık yazı karakterine bakarak,kişilik analizi yapmak imkansız.Çünkü bütün klavyelerden aynı harfler çıkıyor.Yenilmiş yutulmuş harflerle dert anlatan garip kelimeler türedi.Anlamak için düşünmek gerekiyor.

İnsanlar özledikleriyle günlerce beklemeden hemen görüşüp, yazışabiliyorlar.

Ne yazılmış olanı beklemenin heyecanı,ne de postacıyı görünce” bir şey var mı ?” merakı kaldı.

Heyecanların yerini internet aldı.,özlenmeden kavuşulan.Eskiden uzaklar vardı,artık uzak yakın oldu,görüntülü konuşmalar,dünyanın bir ucu ile diğer ucuna bağlantılar.,her şey çok kolay.Teknoloji harika!

Çok hızlandı zaman,süratimiz korkunç boyutlarda.Bir sürü şeyi kazandık ama bir sürü şeyi de kaybettik.Zaman hızla yalnızlığa götürüyor insanları..Arkadaşların,eşin,çocukların ,kalabalığın yanında yalnızlaşıyoruz.Doya doya derinlemesine sohbet edemez hale geldik.

Haberleşmenin,iletişim kurmanın keyfi vardı eskiden.
Yazdığımız kelimeler duygular arasında dolaştırırdı eskiden bizi,sevincin hüznün gözyaşın arasında…
Birden bire herkes mektubun keyfini unuttu.
Ben ise özledim,hep özledim..
Mektup yazmanın, ne yazmış diye beklemenin,bekleneni okumanın keyfini özledim..
Oturdum size mektup yazdım.

En hızlı postacıyı buldum ve benim size yazdıklarımı,sizin bana yazacaklarınızı getirecek postacı hizmetinizde.
Buyurun mektup yazmaya,mektup okumaya,mektuplarla dolu edebiyat sayfalarına..
Kağıdınız ekran,kaleminiz klavye,postacınız bir tuş..
Sevinçler,özlemler,beklentiler.
Buyurun mektuplara..
Okumaya ve yazmaya.
Siz özlemediniz mi?

Yasemin Akpınar