Aşkı anlatan mektupnameler

Günümüze kadar yazılmış en güzel aşk mektupları, gerçek, yaşanmış ve hala içinde o naif duygu barındıran sözcükler...

Türk edebiyatında mektup

Türk edebiyatından önemli mektup örnekleri ve kitapları

Kartpostal ve Mektuplar

Yaşamım boyunca okuduğum, yazdığım mektuplar ve sevdiklerimden aldığım kartpostallar..

Eskide kalan; telgraf

Bir zamanlar acil durumların en iyi dostu olan telgraf ve onu bize miras bıraktığı kısa cümleler...

Yazdığım mektuplar

Hayatın akışını nakşettiğim beyaz bir kağıdın sararan cümleleri...

Hayata tanıklık eden mektuplar

Kalemin ucundan dökülen sözcükler hiç tanımadığımız insanların geçmişlerini geleceğe taşıyorlar...

7 Ağustos 2013 Çarşamba

BAYRAMINIZI KUTLARIM



Bayram Tebriki

Önce çocuktuk,



Bayramları heyecanla beklerdik. 
En yeni giysilerimizle hazırlanır, pırıl pırıl olurduk.
Büyüklerin ellerinden öperdik.
Şekerleri avuçlar, bozuklukları cebimize doldururduk.
Çocuklar toplanır, oyunlar oynardık,
Harçlıklarımızı gösterir bayramın hasılatını hesaplardık.
Kalabalıkta en büyük tencerelerde en özel yemekler yapılırdı.
Sofralar kurulur, neşe içeresinde yemekler yenilirdi. 
Baklavalar, kadayıflar, güllaçlar gelsin tatlılar…
Durmadan zil çalardı, kapılar açılır, çat kapı gelinirdi
Bayram ziyaretine en şık kıyafetlerini giyerlerdi büyükler,
Yanlarında çocuklar, bir de bir kutu çikolata.
Postacı kartpostallar getirirdi,
Yaldız serpilmiş üzerlerine, cezbedici
Kimden geldi, en güzel kime geldi?

Sonra büyüdük,

Bayramları, fırsat tatilleri gördük.
Çalışmaktan bunaldık, kaçacak yerler aradık.
Mesajlar çektik, telefonlarla kutladık.
İş yoğunluğumuzdan bayramı unutuverdik.
Kapının zil çalması azaldı,
Gelen giden rahatsız etmeyelim dendi.
Çocukların gözlerinden öpüldü, ceplerine harçlıklar verildi.
Yine sofralar kuruldu, aileler büyük bir çaba ile toplandı.
Bu bayram senin ailene, diğer bayram benim aileme dendi,
Ya da tatillere gidildi.
Dengeler bir şekilde kuruldu
Hastayım denildi, şekerim, kolesterolüm, tansiyonum derken
Bayramın tadı azaldı.
Çocukluğumuzdaki bayramları özler olduk.

Ve bir gün yaşlandık.

Bizi ziyaret edecek birkaç kişiyi bekler olduk.
Etrafımız kalabalık olsun, çocuklar, torunlar hep birlikte gelsin
Yesinler, içsinler, gürültü patırtı,
Bayram olsun.
Yüreğimiz çocuk, yaşadıklarımız, çocuklukta ki gibi olsun.
Hayal kırıklığı yaşanmasın, unutulduk denmesin.
Bekleme umuduyla üç beş dakikaya sığdırılan bir ziyaret bile 
Ziyafet, bayram sevinci sayılı günlere verilen mutluluk…
Yaşanacak ne kadar bayram kaldı ki?


Bayramlarda dargınlıklar unutulsun,
Barış olsun, kardeşlik olsun.
Sevenler bir araya gelsin.
Mutluluk ve neşe içimize dolsun.
Huzur ve sakinlik olsun,
Şekerimiz, tatlımız bol,
Sağlığımız yerinde olsun.
Afiyet olsun.
Çocukluk sevinçlerimizle, çocuk gözüyle
Nice güzel bayramlar yaşamanız dileği ile…

Bayramınız kutlu olsun.


BAYRAM ŞARKILARI.

5 Ağustos 2013 Pazartesi

ÖYKÜM

ÖYKÜM'E

Seni ben yazdım.
Yazdığım her kelime iğne oyasına ilmek atar gibi işlendi, özendim, nadide bir eser yaratmak için uğraştım. Baktıkça övündüm, okudukça daha nasıl yazılırdı diye düşündüm, yaşadıkça gururlandım.
Seni ben yarattım.
Benim öykümsün sen. Aşkımızsın sen.

Cahit Külebi’ nin Hikâye şiirini okurdum sana canım,hatırla..
“Senin dudakların pembe,
 Ellerin beyaz 
 Al tut ellerimi bebek,
 Tut biraz!”
 Benim doğduğum köylerde
 Ceviz ağaçları yoktu,
 Ben bu yüzden serinliğe hasretim
 Okşa biraz!.....”

İlk bu şiiri duyduğumda zannedersem dört ya da beş yaşlarındaydım. Annemin kucağında, ona sarılmış otururken babam oturduğu yerden kalkmış, ellerimizi tutmuş, bu şiiri okumuş. Hayaldi hatırladıklarım. Çok sonraları annemle, onların aşkını konuşurken annem anlattı. Babamın üniversiteyi bitirirken yıllığında kendisi için anlatım kısmında sadece bu şiir varmış. Gösterdi bana.
Babam mı annemi, annem mi babamı daha çok sevdi bilemem ama, babam anneme hep şiirler yazardı bir tanem. Bazen annemi babamdan kıskanırdım. Bunu belli ettiğimde, neden kızına bir şiir yazmıyorsun dediğimde “sen de bir gün, kendi şiirlerini yazacağın veya okuyacağın biriyle evlenirsin umarım” demişti.

Haklıydı gülüm.

Şiirlerle gösterilen sevgi ortamında serpildim, babamın en çok Hikaye’si, annemin ise Ben sana mecburum,

bilemezsin ile babama takılarak iş yapmalarını hatırlarım. Bence en büyük aşk şiirleri bunlardır kanımca. Atilla İlhan ve Cahit Külebi’ nin bu şiirleri yazmalarına sebep aşklarını düşündüğümde, belki de annem kadar hayran olurum şiir yazdırtacak kadınlara.
Şiir okumayı sevdim, ama ne ben ne de baban birbirimize bir şiir yazmayı bırak, okumaktan bile aciz olduk. Sınırlı saatlerin olduğu işlerde neredeyse sabahladığımız çalışma şekillerimize, bazen birbirimizi görmediğimiz günlere, ayrı kaldığımız zamanlara, uzak şehirlere rağmen filizlenen duygularımızın eserisin sen.

Adın “Öyküm” 

aslında “Öykümüz ”sün .
Babanla benim eserimsin.
Hamilelik müjdesini uzak şehirde babana haber verdiğimde “Öykü” dedi. “kızımızın adı Öykü”
Önce adını sevdim, oğlumuz olursa adı ne olacaktı, düşünmeyi bıraktık. Öyküm’e vuruldum.
Bir gün “ niye adımı Öyküm koymuştunuz? ”diye serzenişte bulunmuştun. Hatırlıyor musun?
Şimdi anlıyor musun bir tanem?

Seni ben yazdım
Seni ben yarattım.
Benim öykümsün sen.
Aşkların en güzeli, eser yarattırandır. Aşkımızsın sen.
Her gün bir emek harcadım, her gün bir önceki günü ilave ederek işledim seni.
Büyüttüm, olgunlaştırdım…
Eserimi şimdi başkasına emanet ediyorum.
Senin, kendi ayakların üzerinde, kendi hayatını yönetme zamanın geldi.
Eşinle birlikte hayatının eserini yazacaksın sende…
Şimdi benim ise, okuma zamanım…

                                                                 Anneyim ben

En güzel aşk şiirlerinden, "Hikaye ve Ben Sana Mecburum":

31 Temmuz 2013 Çarşamba

ABLAMA NOSTALJİ

   NOSTALJİ MEKTUPLARI

      Sevgili Ablacığım

         
   Uzun zamandır sana mektup yazmadım, sende bana yazmadın ya neyse. Hatırla bakalım, en son mektuplaşmamız ne zaman olmuş… Baktığım mektupların arasında, 1985 yılına ait var.

 Eski mektuplara baktım geçenlerde, her satırda hoş anılar tekrarlandı.         Unutulanlarda ise “aaa, böyle miydi?" gülümsemeleri belirdi yüzümde.

En büyük yeğenimin pek mektupla alakası yok, buzdolabının üstüne astığın anneler gününe özel sana duygularını anlatan küçücük bir kâğıt parçası, herhalde o yüzden çok değerli.

Alev, Mine yazmaya başladıktan sonra mektupları bırakmış. En çok Miniş’imden almışım mektupları. Bende özenle saklamışım onları. Ne güzel!

Mektup yazmayı ne zaman bıraktık acaba? Herhâlde haberleşme kolaylaşınca olmuştur. Öğrenciyken evimizde telefonumuz yoktu, postaneye gidip sırada bekleyinceye kadar, “at bir mektup, dünyanın haberlerini de yaz içine” düşüncesiyle yazıyorduk belki de. Telefon açma kolaylaştıkça, yani aradığımızda fazla beklemeden konuşma imkânına sahip olunca yazmayı önce azalttık, sonra cep telefonları ile her şey daha kolaylaştı, şimdi ise herkes birbirini takip edebiliyor.
        Geçenlerde Mine bana kart atmış,telefonla  söyledi. İlginç olan kartpostal bir hafta sonra elime geçti. “Değişmeyen şeyler var yine” dedim, hala postalar geç geliyor.                          
                                


Mine kendi bloğunda ne güzel anlatmış gezdiği yerleri, çektiği resimler harika, görmüş kadar olduk. Ayrıca duygularını resimlere katınca, oturduğum masadan kalkıp resimden oralara uçmak istedim.

Mine blog açtığında her gün acaba ne yazdı, bugün ne pişirdi diye bakınıyordum, uzaklar artık ne kadar yakın değil mi?

Tatil deyince, biraz fazla yorgun hissettim geçen hafta kendimi, canım hiçbir şey yapmak istemedi. Bazen bu ruh halinde olmakta insanı dinlendiriyor. Kitap yerine bol bol mektup okudum o günlerde.

Dinlendim.

     

         Bugünkü mektupta nostalji var.




 Mektup 19 mayıs 1980 de yazılmış,
Doğum günümü kutlamak için. Üniversitede okuyordum.
Şimdi günlük olayları değil,anında herkes birbirinden haberdar.
Haftada,ayda bir iki kez,hatta yılda bir kere bile yazılsa, haberleşmek birbirimizden haber almanın yoluydu mektuplar...







   Ablacığım,mektubuma son verirken hasretle sana saygılarımı gönderiyor ve seni öpüyorum.

                             
                               Kardeşin




Tavsiye:

Gezileri güzel,okudukları okunacak,yemekleri yapılacak,çocuklara ise sevilmeyenler hikaye ile yedirilen cinsten.
http://minetozanlioglu.blogspot.com/











29 Temmuz 2013 Pazartesi

KIZIMA MEKTUPLAR

İKİ MEKTUP

Hayallerinin peşinde koşan kızım

"Fuji dağının tepesinde güneşin doğuşunu seyredeceğim” dedin ve seyrettin.

FUJİ DAĞI
BULUTLARIN ÜSTÜNDE
Düşünüyorum da hayallerin sonu yok… Hayallerin gerçekleşmesi için uğraşmak, dilediğin gibi yaşama hakkına sahip olmanın ve yaşamını kendin yönetebilmenin sonucu olsa gerek.

UFUK
Aslında gördüğün çizgiden daima daha ileriye baktığında çizginin sınırlarının olmadığını fark etmendir. Bizler, arzularımızla bile ulaşamayacağımız büyüklükte bir dünyanın önce pencerelerini, sonrada kapılarını aralamayı başardık. Dünya, sizin nesil için, avucunuzda sımsıkı tutabileceğiniz kadar küçük, küçüldü. Güneşin doğuşunu sekiz saat ileride yaşayan bir ülkenin dağından sen seyrederek, bense seni dinleyerek yaşayabiliyorum, görmem olmadan.

HAYALLER
Hayallerimiz, gördüklerimiz, varabildiklerimiz sınırlıydı, düşüncelerimiz bile sınırlıydı. Düşüncenin ötesi bizim için keşifti. Uçağa binip bir yerlere gidebilmek lüksün adıydı. Televizyonda dünyayı gezen nadir insanları görmek hayranlığın adıydı. İlkokul beşinci sınıfta, Sadun Bora dünyayı dolaşıp yatıyla İstanbul boğazından geçeceği gün okuldan bahçeye çıkıp, okyanusları geçen yatı seyretmek bile akıl almaz bir olaydı. Biz, Coğrafyayı önümüzdeki küreyi çevirerek veya atlaslarda şehir bulmaca oynayarak, derslerde ise gidemediğimiz yerler hakkında sınırlı bilgilerle öğrendik. Zenciyi, Japon’u, sarı ırkı ülkemize gelince gördük. Tabi ki dünya vardı ama ulaşım bu kadar şanslı değildi…

DÜN

Bana Kore’li arkadaşının Eylülde geleceğini söyledin. Artık bu çağın çocukları, gençleri dünyanın her yerinden arkadaş edinebiliyor. Bizse yabancı dilimizi ilerletmek için gidemediğimiz ülkelerden birileriyle mektup arkadaşlığı yapardık. Tanışmalar çok ender olduğu için arkadaşlık satırlarda kalır, mektuplar bir süre sonra kesilirdi. Şimdi sizler dünyanın çeşitli yerlerinden arkadaşlarla planlar yapıp, bir ülkede görüşüp, istediğiniz yere gitme şansına sahipsiniz.
İlk görev yerime gideceğim zaman, yıl 1983 de, tesadüf, babaannem ve göremediğim dedem görev için tam otuz günde kervanlarla gidebildiği yere, ben otobüsle yirmi saatte İstanbul’dan vardığım için şanslıydım. Şimdi yirmi saat de, aktarma ile olsa bile dünyanın öbür ucuna gidebiliyorsun.

BUGÜN 

Televizyonu seyrederken bir programda Tillokalesinin sırrı anlatılıyordu. "Yeni yılda ilk kez hocamın başucunu aydınlatmazsa ben o güneşi neyleyeyim" diyerek kolları sıvayan ünlü mutasavvıf Erzurumlu İbrahim Hakkı, Güneşin ilk ışıklarını daha Tillo sokaklarına düşmeden hocası ve şeyhi ünlü Mutasavvıf İsmail Fakirullah'ın mezarının başına düşürmeyi başarmış. İş arasında, babanla ilgimizi çekerek seyrettik, interneti açarak hakkında bilgi aldım. Sonra her şeyi bırakarak masamda hayallere daldım.
Bir televizyon programında göremediğim yerlere gidebildiğim için, internet de her türlü bilgiye ulaşabildiğim için, okuyabildiğim için, yapabilme ve öğrenebilme gücüne sahip olduğum için kendimi çok şanslı hissettim. Yaptıklarımla gururlandım, bilgi açlığım ise doyumsuz mutluluk…
Hayatımı sınırlı hayallerimle ve imkânsızları başararak yaşadım.
Biz de ufuk çizgisi vardı. Sizde çizginin ötesi var.
Sana ulaşabileceğin hayallerini verebilmek, belki de hayattaki en büyük başarımdır. Âmâ yaptıklarınla gururlanman ve mutlu olabilmeyi başarabilmen için uğraşmak senindir.
Biz kervanla gidilen yollarda, yolları kısaltmayı, mektupla günler sonra ulaşabildiğimiz kişilere, bir telefonla ya da mail ile ulaşabilmeyi, her yer, her şey hakkında bilgiye sahip olabilmeyi başardık. Yine de görmenin, okumanın, bilmenin sonu yok, kabul ediyorum.
Çok uzattım.

KİYOTO
Sen yanımızda bile özlenensin. Oysa senin özlemlerin uzakta…
Özlemlerine varman dileği ile...

Özlendin.

                                              ANNEN
                                                            

İkinci Mektup 


Fuji dağının tepesinde güneşin doğuşunu seyredeceğim” dedin ve seyrettin.

Babalı ’da 
Güneşin sabah saatlerinde denizin üstünde bütün kızıllığı ile yükselirken fırça vuruşları ile gökyüzünü renklendirmesini ve Karadeniz’in beyaz köpük dalgalarında ışıl ışıl parlayan ışık şölenini ve kahvaltı sonrası sıcacık çaylarımızı yudumlarken yunusların gösterisini seyrediyoruz babanla.
“Fuji dağında güneşin doğuşunu seyreden kızım, buradaki güzelliğin farkında mı acaba? ”dedi ve güldük.
“Gökteki yıldızlara bakarken, yerdeki çukuru görmezmiş müneccim. Fuji’den güneşin doğuşunu seyreden çoğu gezgin(!) Babalıdaki güzelliğin farkında değil ”dedi.
A be kızım, çık burada kayaların üzerine, otur seyret güneşi… Onun için taaa Japonyalara gidip, dağa çıkıp bizimde yüreğimizi ağzına getirmen gerekiyor muydu? Bir dağa çıkacaksan çık Nemrut’a…

Sen hiç Karlıova’da güneşin doğuşunu seyrettin mi? Dünyada iki yerde bir Everest’te, diğeri de Karlıova’da öyle doğarmış, güneş bütün renkleri ile yükselirmiş. Biz Karlıova’da güneşin doğuşunu seyrettik ama ne yazık ki bütün renkleri göremedik. Şimdi sen Everest’e de çıkacağım dersin, çıkarsın da…

GÜNEŞİN BATIŞI
BABALI-EV-SALINCAK
Bir Pazar günü 

Keyfimiz yerinde. Karadeniz’in dalgaları sana takılma duygusu uyandırdı içimizde.(Gülümse…,her zaman ki halimiz) Sahilde bizden başka kimse yok, sizlerin tabiriyle Allah’ın unuttuğu yerdeyiz. Biz doğanın sesinde dinlenirken, sizler şehirlerde kayboluyorsunuz.
Eeeee kızım, çocukların anne ve babaları hep büyüktür, malum. Zevkler ve renkler hiçbir zaman tartışmamalı, kuşak farkı ise bilinen gerçek.


Sözün özü, aslında sadece şu:
Mutlu ol, mutluluğun peşinde koş, ama yanındaki mutluluklarında farkında ol.

Öpüldünüz.


                                                                                                 BABANIN SÖZLERİ VE BEN








10 Temmuz 2013 Çarşamba

SEVGİLİ OKAY'IMIZA MEKTUBUMDUR.

Sevgili Okay,


Umarım iyisindir,artık senin takipçin olarak, haber almadığımız zaman endişelenebiliyoruz.

                                                                                 TANIŞMA
                                     
Bir gün, “Blog yazarlığı ve sosyal medya” ile ilgili bir kursun düzenlendiğini gördüm. Önce hiç ilgimi çekmedi, şimdiye kadar “ah keşke bende yapabilsem ”gibi bir düşüncem olmadığı gibi, sosyal medya denilen kısımla da çok az uğraştım.
Yoğun bir iş hayatı ve mesleğimin doktor olması nedeniyle tabi ki , internetin arama ve okuma kısımlarıyla ilgileniyordum, bir de facebook ‘u kullanma nedenim, insanların nelerle uğraştığını görmek ve özellikle çocuklarımdan haber almak ve onları takip edebilmek içindi.(Korkunç anne değilim aslında!!!)

Birkaç gün sonra Yeşim, akşam dersleri için, iki kişilik kontenjanın kaldığını yazınca içimde “acaba katılsam mı?” diye, bana göre çılgın bir düşünce oluştu. Blog “nasıl olur?” hakkında hiçbir bilgiye sahip değildim ,“en azından biraz bilgilenirim, insanlar neler yapıyor anlarım” dedim ve kursa katılmaya karar verdim.

Yıllar önce, emekli olma zamanı ablam “sen kendini oyalamayı bilmezsin, emekli olduktan sonra da uzun yıllar çalış, çünkü dikiş, nakıştan anlamazsın, ev işinden sıkılırsın” deyince fazla bunalmış ve bu cümleyi düşünmüştüm. Çevremdeki insanlar emekli olduktan sonra mükemmel sayılacak hobilerle uğraşıyorlardı. Kimisi takı, dikiş, resim atölyelerine gidiyorlar ve oyalandıkları gibi şahane eserler de yaratıyorlardı. Kendini meşgul eden ve üreten insanlara her zaman hayran oldum ve hayattan kopmamak ve yaş ne olursa olsun yaşamını doldurabilmeye saygı duydum. Ben de ise, sadece kitap okumak ve gezmekten başka bir hobi yoktu bu kursa başlayana kadar. Ayrıca mesleğimiz bize ölünceye kadar çalışma imkânını sunuyor, vaktimizi yavaşlatsak bile, hayattan emekli olmamak amacımız.

Önce “herkesin bloğu var ve işi ilerletmek için kursa geliyorlar” sandım. Yazı evinde gencecik öğretmenimiz, sen karşıladın. Kurs arkadaşlarımla sıcacık bir ortamda, masamızda çay, simit, pastalarla, hoşsohbetlerle her ders gittikçe ilerleyen bir bilgi dağarcığına sahip olmaya başladık.
                                                                 
                                     HAKKINDA                                                                                              
 İşini seven insanlardansın, işini     üretiyor,                              
paylaşıyor, öğretiyorsun. Sosyal medya ve blog yazarlığını hobi olarak değil, asıl işin olarak yaptığını öğrenince sana gıpta ettim. Çünkü işinden mutlu ve büyük şikâyetleri olmamak, çok az insana nasip olur. İnsan kendi seçimlerinde tabi ki özgürdür ama seçimler mutluğu getirir mi, bilinmez? Sen bize yansıdın.
  
     YANSIMA
Yansımak, sadece bir şey öğretmek ve öğrenmek değildir tabi ki. Karşındaki insanın algısı öğrenmeye açık olmadığı müddetçe, kısacası istemedikçe, öğretmek mümkün değildir. Biz, kursa katıldığımızda hepimiz öğrenmeye açıktık ve sende bize bilgilerini sundun. Kursun sonunda hepimizin bir bloğu olacaktı ve bu benim hiç düşünmediğim bir şeydi.


Daha ilk derste bize nasıl bir blog açmak istediğimizi sorduğunda, öyle amaçsız ve bilgisizdim ki, ne diyeceğimi düşünürken aklıma mektuplar geldi. İşte asıl yansıman burada başladı. Herkese farklı bir şekilde yansımışsındır, bana yansıman önümde açtığın ufuktu.
Öyle yansıdın ki hayatıma, yapabileceklerimi gördüm, her derste aldığım bilgilerle sosyal medyanın nasıl yararlı hale geleceğini gördüm. Öğrenmenin sonu elbette yok, yaşımız kaç olursa olsun bize hediye ettiğin bilgilerle ve interneti sonradan kullanan veya karşı çıkan biz göçmenlere yepyeni renkler getirdin yaşantımıza.

TEŞEKKÜRLER

Şimdi sana teşekkür etme zamanı.
Öğrettiklerin için, bloglar için, ufkumuzu genişlettiğin için, farklı bakış açılarını hayatımıza kattığın için sana teşekkür ediyorum.
Artık bende bir medya insanıyım, sayende.
Şimdi senin bizleri seyretme zamanın…

Sevgilerimle…                                                                             
                                                                                                                              Mektubunuz Var
                                                                                                                                  10/07/2013






5 Temmuz 2013 Cuma

ANNEM

Sizlerden gelenler.


Anneye Özlem..

Annem,


Bak, annem

Yine sana dökmek istedim içimi, senden umar bekledim. Oysaki o kadar dostum var ki etrafımda sımsıcaklar, yürekleri ile yanımdalar.
Neden sana döküyorum ruhumu bilir misin?
Her gün anıyorum seni, aslında annem demediğim bir gün bile yok, öylesine içimdesin ki, benlesin benimlesin sen.

Çölde susuz kalmış insanın, bir yudum suya hasreti gibisin, hani serap görürmüş ya insan, çölde suya koşarmış, bende rüyalarımda görüyorum seni… koşuyorum koşuyorum.. Ne çare, serapmış meğer gördüklerim. Susuzluğumla baş başa özlüyorum seni.

Ama birden ayağa kalkıyorum,
Hani dedim ya, son zamanlarda daha sık anar oldum seni, neden biliyor musun? Senin gibi bir anne tarafından yetiştirildiğim için gururla kakıyorum ayağa..
Senin kadar olmasa da, yolundan gitmeyi başarmışım, dostlar kazanmışım,
Senin gibi doğrularımın peşinden gitmeyi öğrenmişim,
Kim ne olursa olsun dik durmayı, eğilmemeyi öğrenmişim.

Sen hayatı öğretmişsin bana.

Ama en çok neyi almışım, biliyor musun senden?
Kalbi tüm dünyayı içine alacak kadar büyük bir kadından sevgiyi öğrenmişim ve kalbimi her ne olursa olsun kinden arındırmayı…
Hani derdin ya… Allah rızası için kızım, Allah rızası için affet unut, kızardım sana “aman anne, sende ne yumuşak kalplisin, hemen unutuyorsun her şeyi”, bilirdim demir leblebi olduğunu, o yumuşaklığın ardında çelik gibi bir kadının bükülmezligini bilirdim, ama şimdi…

Şimdi daha iyi anlıyorum seni.


Meğer hayat yoğurmuş seni, biraz acı vermiş sana, biraz tatlı… İkisini karıştırıp ikisinin içinde bir olmayı bilmişsin meğer.
Kırıntın kadar olmasa da, öğrenmişim anne…
Sanki sana bunları yazarken, bir köşeden sıcacık gülümsüyorsun bana "demedim mi?" der gibi.
Sağ ol anacım, benim anam olduğun için, nur içinde yat.

Kızın
Semra

METİN ALTIOK'TAN ZEYNEP'E MEKTUPLAR

Bir Kitap Önerisi..



MEKTUPLAR






Pir Sultan Abdal Kültür Şenliği için gittiği Sivas'ta ,Madımak otelindeki yangında ağır kurtulan ama 9 Temmuz 1993 günü ,yangında yaşamını yitiren otuzdört arkadaşıyla aynı kaderi paylaşan Metin Altıok öğretmen kimliğinin yanında şair ve yazardır.

Kızı Zeynep Altıok Akatlı ise gazete ve dergilerde kültür sanat yazıları ve röportajları yayınlanmış,2003 yılında babası için Gölgesi Yıldız Dolu armağan kitabı hazırlamıştır.
2008 yılından beri Metin Altıok Şiir Ödülü'nü düzenliyor.


HAKKINDA BİLGİ

1979-1982 yılları arasında Metin Altıok'un önce İzmir'den,sonra Bingöl'den sevgili kızı Zeynep'e gönderdiği mektuplar kızı  Zeynep Altıok Akatlı tarafından derlenmiş.
Kırmızı Kedi Yayınevi tarafından 2012 yılında yayınlanmış.

Bu kitapta bir babanın duyguları,özlemleri dile getirilmiş,yalnızlığı anlatılmış.

                         Okumanız dileği ile..
                     Mektubunuz Var
                     4 Temmuz 2013
                         

KARTPOSTAL

2 Temmuz 2013 Salı

BULUŞTUK


Sevgili Ahmet Baybalı, sevgili Bülent Çavuşoğlu,
Emeği geçen arkadaşlarım ve geceye katılan herkese,

OTUZUNCU YILIMIZDA BİRLİKTE
Gece sizin sayenizde…

Yıllardan Bir Gece.

Buluşma.
Buluştuk. Farklı şehirlerden, farklı konumlardan geldik Bursa’ya.
Kapıya kadar, biz yılların yaşanmış halindeydik, uzun yaşam yollarından, sadece bir geceye geldik, unvanlarımızı ve doktor kimliklerimizi eşikte bırakıp, kapıdan içeri girerken birbirimizi tanıdığımız gençlik halimize dönüverdik. Başparmaklarımızla “sen şusun, işte hatırladım “ işaretlerinden, kucaklaşmaya, seslerimiz çığlık şeklini almaya başladı.
Hiç değişmemiştik. Ne saçlarımız beyazlamış veya dökülmüş, ne kilolarımız artmış, ne yüzlerimiz de yaşanmışlıklar vardı.

O gece biz, geçmişteki altı seneydik sadece.
Hayatlarımızı üç dört kelimeyle özetledik birbirimize. Nerelerdeydik, neler yapıyorduk, nasıldık. Gururlandık, övündük.
Hani yıllara inat, kilolarını korumayı başaran, saçlarının şekli bile değişmemiş, sadece o günlerden farklı daha güzelleşmiş bayan arkadaşlarımdan kimisi emekli olmuş, yani çalışma hayatını bitirmişler, kimisi ise hala çalışmaya devam demiş. “Hem kariyer, hem çocuk yaparım” demişiz, çocuklar büyümüş, kimisi üniversitelerde, kimisi iş hayatında.
Gözlerimize en parıltılı bakışları yerleştirdik, ışıl ışıldık…
Yüzümüz de neşenin en gülme hali ve kahkahalarlaydık.
İlerleyen vakitlerde ise bedenler genç hareketlerde, oynadık oynadık, yorgunluk nedir bilmedik, o günlerin şarkıları çalmaya başladı.
Sınıfımızın ilk babaannesi Lale, hepimiz o kadar genciz ki Lale ne zaman babaanne oldu? Lale ve Bülent atıldı sahneye. Bülent, birazcık göbekli eskiye nazaran ama oynamada bir numara.

Buket, Azize şarkısı ile sahnede, tükenmemiş enerjilerle döktürüyor yine. Buket’e aynısın dediğimizde  “sokakta artık bize teyze diyorlar” diyor. Ya bırak, yarın sabah yine teyze oluruz, biz bu gece ,on yedi den yirmi beşe kadar olan zamanlardayız.

Işık, her zaman ışık, “Hani o bırakıp giderken seni” ile başlayan Veda busesini söylerken sesi geçmişten gelen sesti aslında.
Toplam kaç yuvarlak masaydık saymadım ama sahnede herkes bir aradaydı.
Aslında herkesi teker teker yazmalıyım, bir anı olarak kalır düşüncesindeydim ama baktım ki sayfalar yetmeyecek vazgeçtim. Onu resimlere sakladık.
Çok güzeldik, harikaydık. Ama en önemlisi öyle sımsıkıydık ki, bunca yıl arada olmasına rağmen biz bizdik ya. Rekabet, sorun, düşmanlık, kırgınlık asla aramızda olmadı. Biz iş hayatını değil, üniversite den gelen dostlardık. O gece bir kere daha anladık ki, özlemlerle dolu yıllar geçirmişiz ve yüreklerimize koşulsuz sevgiyi yüklemişiz.
Araya yılları sığdırsak bile, birbirimizi bulmanın zorluğunda yaşasak bile, kendi hayatlarımızı yaşarken arkadaşlarımızın adlarını unutsak bile o gece birbirimizi artık kaybetmek istemediğimizi anladık.
Hep o zamanlarda kalsaydık…
Geceyi bitirmek istemedik.

En olgun zamanlardayız şimdi.
Çalışmalarımız, ürettiklerimiz belki hala devam ediyor ama daha rahatlamışız. Artık çocuklarımızın hayat yolculuğu başlıyor. Onların destek zamanındayız.
Hayallerimizin peşinde koştuk, yaşamı başardık. Kim bilir, ne yorgunluklar ekledik hayatımıza.
İşte o gece dur dedik trafiğimize. Durduk.
Arkamız bakmadan biz sadece  “sınıf arkadaşlığı” na döndük.
Hepimiz birbirimizi ne kadar özlediğimizi de anladık.
Hepimiz artık “o gün” ’ün daha sık günler olmasını arzuladık.
Biz, hayatımızın bundan sonraki zamanlarında, hiç yaşlanmamış ruhlarımızı buluşturmaya devam edelim diyoruz.

Hep aynı kalalım.
Sevgilerimle

Teşekkürler, bizleri bir araya getirdiğiniz için, gençliğimize döndürdüğünüz  için.
Onuncu ve yirminci yılda da, emeği geçen arkadaşlarımıza  teşekkürü borç  bilirim.
                                                                   

                                                                                          MEKTUBUNUZ VAR

                                                                     29/06/2013
                                                                                             ANISINA