Aşkı anlatan mektupnameler

Günümüze kadar yazılmış en güzel aşk mektupları, gerçek, yaşanmış ve hala içinde o naif duygu barındıran sözcükler...

Türk edebiyatında mektup

Türk edebiyatından önemli mektup örnekleri ve kitapları

Kartpostal ve Mektuplar

Yaşamım boyunca okuduğum, yazdığım mektuplar ve sevdiklerimden aldığım kartpostallar..

Eskide kalan; telgraf

Bir zamanlar acil durumların en iyi dostu olan telgraf ve onu bize miras bıraktığı kısa cümleler...

Yazdığım mektuplar

Hayatın akışını nakşettiğim beyaz bir kağıdın sararan cümleleri...

Hayata tanıklık eden mektuplar

Kalemin ucundan dökülen sözcükler hiç tanımadığımız insanların geçmişlerini geleceğe taşıyorlar...

15 Mart 2014 Cumartesi

ESMİRA


ESMİRA


Hoş geldin dünyamıza.
Adın gibi güzel, bahtın da güzel olsun.
Sen bir zümrüt taşı, yaşamın boyunca ışıl ışıl parılda herkese.
Mutlu ol, mutluluk yansıt çevrene.
Hoş geldin hayatımıza.
 
Esmira, adının anlamı gibi, refah ve zenginlik içinde yaşa, her yönüyle zengin ol. Başarı, sevgi ve yaşama sevinci hayatında hep olsun. Güçlü ol, fiziksel, duygusal ve ruhsal dengeleyici ol, hep ol. Zümrüt ol.
Hoş geldin yaşama.


Adın, Sevda’nın gözlerinde yeşillendi, onun karnında şekillendin. Esmira dedi, bayıldım.
Sevda, tüm Sevda masallarını yazmaya başladı seninle.
Annen seni doğurdu, ama asıl yeniden doğan Sevda oldu. Anne kız olarak birlikte büyüyeceksiniz, birlikte olgunlaşacaksınız, o senin Sevdan, sen ise onun her hücresi olacaksın.

Değişmeyen ve yaşam boyunca değişmeyecek tek şey sevgi. Sevda’nın sevgisi, anne sevgisi yüreğinde büyüyecek, hep var olacak. Ve sen, kaç yaşına gelirsen gel, hep çocuk kalacaksın. Annenin yüreğinde koruyucu duvarların içindesin her zaman. Korunacaksın, ömür boyu.
Yaşamdaki tüm sevgilerin tadını çıkar Esmira. Sevgi sana mutluluk getirsin. Asıl olan bu. Geri kalan her şey ayrıntı, yaşamın getirdiği şeyler. Yaşayacak ve göreceksin.

Dünya çok kirli Esmira, kalabalık, gürültü, patırtı, açlık, yokluk, savaş, ne ararsan var.
Ama yinede yaşanılacak güzellikler öyle fazla ki, yaşa ve gör, zümrütüm. Umarım sen hep güzellikleri yaşarsın.
Şekiller değişiyor, asırlar ilerliyor. Dünya aslında çok hızlı dönüyor, günler geçiyor.
Birileri geliyor, birileri gidiyor. Hiç bitmeyen bir koşmaca var, hep yetişme telaşındayız günlere, aylara, yıllara.
Büyüme yollarına doğduğun andan itibaren adım attın. Düşeceksin, yürüyeceksin, ilerleyeceksin, öğreneceksin, büyüyeceksin, olgunlaşacaksın.

Sen doğduğunda tanışıyorsun neredeyse teknolojiyle. Cep telefonları, görüntülü konuşmalarla dünyanın öbür ucu bile yok artık. İstediğine ulaşabiliyorsun. Sosyal medyada her şeyi paylaşabiliyorsun. Tıp ta gelişimler ileri ama henüz çaresi bulunmayan hastalıklar var, galiba hep olacak, sadece asırlarda şekil değiştiriyor. Biz bu çağda modern teknolojideyiz.
Sen, genç kız olduğunda teknoloji ne hale gelecek, düşünmeye çalıştım beceremedim. Biz 20 yy.dan biraz,21.yy dan da biraz yaşayanlardanız. Umarım sende 2100 yılında 22.yy.ı görürsün. Yaşlılık belki gençleşecek, hem görüntü de, hem beyin gücünde uzun yaşama formülleri bulanacak. Biz dünyada her yere gitmeyi kolaylaştırdık. Belki de siz uzaya gideceksiniz. Diyorum ya, düşünemiyorum.

SEVGİLİ  SEVDA





Masal anlat Esmira’ya, Sevda masalları.
Mutluluğu anlat ona.
Kendi mutluluğunu bulsun.
İçinde hep iyi olsun.
Kızından kötülükler uzak olsun.
Annesinin varlığında kızın hayat bulsun.
Masallarınla büyüsün.
                                             Sevgilerimle
                                         Mektubunuz Var
                                         Yasemin Akpınar
                                               15/03/2014

13 Mart 2014 Perşembe

NİHAN'A MEKTUP



HALA OLDUM
























“Müjde hala oldun”


Sene 1980.

Akşamüzeri postacı kapımızı çaldığında, “telgrafınız var” dediğinde,”hala” olma müjdesini alacağımı tahmin etmiştim zaten, ama telgrafta kız mı erkek mi olduğu veya hiç olmazsa bebeğe verilen bir ad bile yazmıyordu.


Telgrafı çeken amcandı, hoş baban da çekse eminim aynı espriyi yapardı.
Arkadaşıma çığlık atarak sarıldım, hala oldum, hala oldum diye inlettim ortalığı, komşular kapımız çaldı, ne oluyor diye.
5 MART 1980  HABERLER
Telefon bağlattım İstanbul’a anneme. Kabıma sığamadım, ev sahibimizin odalarında dolanıp durdum. Bağlanmadı bir türlü. Belki başkasına bağlanır dedim, ağabeylerimin telefonlarını verdim santrale. 
Telefonlar bağlanamadı, bağlananlar yoktu, ben bir kız yeğenimin olduğunu öğrenemedim.
Senden önce teyze de oldum, hala da. Ama ilk defa bir telgrafla haber alıyorum ve hakkında hiçbir şey bilmiyorum.
Üniversite hayatı, birkaç gün koşuşturmaca, kimseden haber alamama ve hafta sonu..
Sen kucağımdasın…
Adına bayıldım, sana bayıldım, gülümsemeni sevdim, ağlamanı sevdim, ben yeğenimi sevdim.
Özlemlerimi yüreğime koydum dönerken. Seni her görüşümde her anın farklıydı. Güzelliklerini her geldiğimde ayrı ayrı yaşadım.
Hala bir peçeteye yazdığın şiirler saklıdır bende.
Şiir yazardın herkesin adına göre ve bunları daha okula gitmeden yapardın.
Müziğe, resim yapmaya ve şiire meraklıydın
Sonrada hastalıklar ile ilgili defterini hatırlıyorum. Kızamıkçık hakkında bir sürü bilgi yazmıştın deftere, yanı başımıza oturmuş küçük doktor havasında bize bir sürü soru soruyordun.

CANLARIM

Zaman değişti, artık telgraflar çekilmiyor. Anında görüntüler geliyor ekranına.
Sen Can’landığın zaman, biz ultrason sayesinde oğlun olacağını öğrenmiştik zaten. Hemen kucağımıza alma imkânı olmasa bile, bebeğin gülüşünü, ağlamasını, fotoğraflarıyla sevincimizi paylaşmıştık.
Can ileride baba olduğunda, kim bilir artık teknoloji nerelere gelmiş olacak.

Sen hayatımıza güzellikler getirdin.
Her yeğenimde ben kendimi hep özel hissettim, teker teker hepinizle büyüdüm, hepinizle olgunlaştım. Teyze oldum, hala oldum, anne oldum, geniş yürekte hepinizi ayrı yerlere koydum. Ben şanslı oldum.
Mart, senin için çifte mutluluklar demek.
SEN VE CAN
Sen doğdun, Can doğdu.
Mutlulukların hep olsun.
Umarım bir gün sen de hala olup, bu sevinci ayrıca yaşarsın.
Ben halayım.
Ayrı ayrı bir tanesiniz.
İyi ol, mutlu ol, başarılı ol, huzurlu ol.
Sevdiklerin yanında, güzellikler seninle olsun yeğenim.
Birde umarım sanatsal faaliyetlerin devam eder.



                                                 HALAN
                                                  05/03/2014

5 Ocak 2014 Pazar

Cam Ağacı ve Oğlum, Oğluma Mektup


Çam ağacı ve oğlum,
Oğluma mektup,

Korkuyordum,hastaneye giderken.Kararlaştırılandan bir gün önce doğmaya karar vermiştin anlaşılan ve babanla ben hastanenin yolunu bile bilmiyorduk.Bindiğimiz taksi yolları şaşıra şaşıra getirdi hastane kapısına.Doktorumuza ulaşamamıştık henüz,yarına programlanmıştı herşey.
Korkuyordum,hayatımda hiç ameliyat olmamıştım ki.Doğum olayını biliyorum ama doktorluk ne fayda.Titriyordum."Bir mucize" dedim,"Tanrım,bana kendimi iyi hissettirecek bir mucize"
Hastanenin kapısından içeri girdiğim anda,merdiven başında kocaman bir çam ağacı,rengarenk süslenmiş,ışıl ışıl yanmış.Öyle muhteşemdi ki,o an içime dolan ferahlık,huzur,sevinç,mutluluk titrememi durdurdu,korkularımı bitirdi ,yüzüme gülücükleri yerleştirdi.
Ve sonra sen,kollarımın arasında.



Senin yılların büyüdü,ama benim her zaman ilk heyacanım,ilk göz ağrım oldun.
Senden sonra hayatım değişti,ben anne olmanın ne demek olduğunu anladım,Özlem'de kutsallaştım.Sen doğdun,düşüncelerim sen oldu,sonra da Özlem.
O günden sonra hayatımda ben olmadı,önceliğim siz,varlığım siz,hayalim siz,amacım siz oldunuz.Anneydim ben.

Seninle birlikte hayatımıza çam ağacı girdi.Her yılbaşı öncesi evimizin bir köşesine  süs çam ağacı konur,süslenir ve doğum gününden sonra kaldırılır.
Bu senede öyle olacak,senden ayrı belki de ilk yılbaşımız.Ama çam ağacı yine süslü pencerenin önünde duruyor.Her yılbaşı kestaneli hindi pilavı ve çam ağacı...Sen uzaklarda,gönlüm her daim sende.Ağacın altına ufak tekek konulan hediyeler,seninki gelince verilecek.

Odamdan dışarıda çam ağaçları gözüküyor,onlarda yıllar içinde iyice serpilmiş,kök salmış.Var olan her şeye şükrediyorum,farkındalığı yaşıyorum.Ama en çok doğduğun andan itibaren bugüne kadar yaşam süresince hep birlikte olgunlaşmamızın farkına varıyorum.

Sevgili oğlum,
Her zaman yaşından büyüktün,olgundun.Bazen verdiğin akılları sevdim,bazen bana verdiğin cesaretle yapamıyacağımı sandığım şeyleri başardım,sulu gözlü anneni teselli ettin,en ihtiyacımız olduğu zamanlarda sen hızır oldun.
Duygusallığını sevdim,sende ki gücü sevdim ve herşeye rağmen olumsuz yanlarını ve de tembelliğe sığınışını bile sevdim.
Hayatının güzelliklerle dolu olduğuna inan.
Yaşayacağın yılların arzu ettiğinden çok daha güzel olmasını,bolluk ve bereket ve en başta sağlığın yaşamında eksik olmamasını diliyorum.
Seni seviyorum.
Doğum günün kutlu olsun.
Çam ağacın,ağaçların olsun.
Hep var olsun güzellikler.

Annen.

13 Aralık 2013 Cuma

Sana Mektubum VAR,EMİNE'M

Sevgili Emine'm


Kar yağıyor, karşımdaki park beyaz ve yeşil karışımı renklere bürünmüş. Görünce Bursa’da ki talebe evimizin mutfağının pencerelerine kadar gelen çam ağaçları aklıma geldi. Mutfağımız en soğuk yerdi ama senin yaptığın ve hayatta hiç kimseden o tatta içmediğim çayın buharı kaplardı minik pencerelerimizi.

Hava soğukevimiz soğuk, paylaştığımız tek odamızda sobayı yakmak için  uğraşılarımızda bazen ağlayacak hale gelirdik ve sonra vazgeçip buz gibi odada yorganın içine girerdik, burnumuzun ucu kıpkırmızı olunca “böyle olmayacak, tekrar deneyelim “diyerek sobayı yakmaya çalışırdık. Yanınca, işte keyif o zaman başlardı.

O akşam,sıcacık soba, ben uykuya yenilmiş, sen ise ders çalışmış, sonra beni uyandırmış tın. Uyuma sırası sendeydi. Benim ders çalışma zamanı hep sabaha karşı, malum çalışmak uykuya yeniliyor hep. Ama o akşam geceyi beklemeden erkenden on gibi yatmış, ben de gece yarısına doğru kalkmıştım. Ertesi güne yetişmesi gereken dersler, belki de imtihanımız vardı. Sobaya odun atmış, dışarının soğuğunu içeride sıcacık yaşayarak, uykuya yenilmemek için uğraş vererek ders çalışmaya çalışıyordum. 
O zamanlar radyolarda hava durumu “bugün kar yağacak” diye tam isabet yapamıyordu tabi ki. Ama kar yağınca günlerce dururdu, hatta kışı karla geçirirdik. Bursa'da okumuş öğrenciler olarak
Uludağ yanı başımızda  olmasına rağmen, çok sıklıkla gidemediğimiz gibi ,kayak yapma lüksüne hiç sahip olmadık üniversite hayatımız boyunca.Henüz  dağlarda kar görünmüyordu penceremizden.
Gece yarısına doğru kar sürpriz yaptı, lapa lapa karanlığı süsledi. Aslında uykunun derinliğindeydin ama kar lafını duyunca yataktan fırladın ve pencereye yapıştın.

Bir çocukluğunda yağmış azıcık birkaç saat kar, Ege kasabasına.
Öyle mutluydun ki, gözlerin pırıl pırıl adrenalin zirvede, terasa çıkıp, karı kucaklamak istiyorsun.
Kar sabaha kadar yağdı, ben ders çalışmadım, uyudum, seni pencerenin önünde bıraktım, uyumadın.
Dikkat et, yavaş yürü dedim düştün, buzda kaydın, kartopunun tadını, kardan adam yapmanın keyfini çıkardın. Belki de küçücük çocuklardan daha mutlu oldun günlerce, hep güldün, eğlendin. Buzda kaydığım zaman, sana dikkat diyen ben, en çok düşendim kar üstünde yürürken ve biz katıla katıla gülerdik. O zamanlar dijital fotoğraf makinesi yoktu ki, her anımızı kareleyelim. Siyah beyaza birkaç fotoğraf çektik, onlarda çekim hatası.
Karlar erimeye başladığında neşenin yerini karamsarlık kapladı yüzünde. Bir daha ne zaman kar yağacak, seneye kadar bekleyecek miyiz?
Sen, üniversite hayatımızın  ilk senesinde kar mutluluğunu doyasıya yaşadın. Sonrada yağdı, hep karı sevdin ama o ilk sene ki neşen, kahkahaların ve sevincin  bugün yağan ilk karda tekrar bir kar tanesi ile gözümde canlandı.
Yıllar geçti Emine’m. Biz o evde, altı senemizi geçirdik, birlikte paylaştık her şeyi, mutlu olduk, güldük, isyan ettik, depresyona girdik, ağladık. Sonra araya yıllar, işlerimiz, ailelerimiz, çocuklarımız girdi, hayat kavgasında hamur olduk, yoğrulduk, sınırlı zamanlarda birbirimizi gördük, bir telefon konuşmasına sığdırdık zamanları.

Kar bir yağıyor, bir duruyor. Bolca fotoğraf çektim, penceremden… Hepsi çıkacak. Ama aklımdaki görüntü kadar hiçbiri güzel olamaz. Karanlıkta kar yağıyor diye balkonda kar tanelerini yakalamaya çalışan, yüzünde gülücükler, gözlerinde ışık parlayan, mutluluğunu yansıtan Emine’nin aklımdaki fotoğrafı kadar güzel bir kar manzarası ile bütünleşen görüntüsü, ne zaman kar yağsa hep aklıma düşecek, ama ben asla o kar sevincini fotoğraf karesinde yakalayamayacağım...

Bir kar tanesine saklanan geçmişten bir an, çam ağacının dallarında ortaya çıktı. 
Kaç yaşında olursak olalım, son anımıza kadar mutluluk hep seninle olsun.Güzel gözlerine yansıyan neşe, coşku,umut hiç eksilmesin,sevdiklerin hep yanında olsun..
Nice senelere…

                                                                13/12/2013
                                                                  Yasemin


10 Aralık 2013 Salı

JAMBO









Önümde dünya küre, döndürdüm döndürdüm, sonra durdurdum.
Gezdim bütün ülkeleri, parmağımla dokundum şehirlere.

İlk Kenya, dokunmuşum  Mombasa’ya.,oldum bir Afrikalı.

Ayağım çıplak, başımda kocaman sepet, kucağımda bebek…
 
Jambo diyorum hayata, orada yaşasaydım eğer, yaşadığım gerçek hayatın lüksünün farkında olur muydum acaba? Musluktan akan suyu bolca tüketmek lüksüne, yediğim her gıdaya, okuduğum kitaba, çalıştığım işe her şeye şükürler olsun aslında. Kadın olmayı bırak, erkek olmak bile zordur Afrika’da çoğu yerde.
Egzotik güzelliklere diyecek laf yok, görmek lazım. Örneğin şu anda dışarıda karla karışık yağmur yağarken orada Hint okyanusunda yunuslarla yüzebilir, denizin altındaki muazzam güzellikleri seyredebilir, safari yapabilir, doğal uçsuz bucaksız görünen parklarda filleri, aslanları, leoparları, zürafaları görebiliriz.
Belki de parmağımın burada durmasının nedeni gerçekten orada yaşamak için değil, ama vurulduğum cümleler içindir.

Haraka haraka hayna baraka, no hury in Afrika.”

Ne koşuyorsun hayatta, niye bu telaş, al işte Afrika’da koşmak yok, telaşa gerek yok, her şey hal olur. Hal olur?
Gün içersinde arı gibi çalış, zamanla yarış, bazen dışarıda yağmurun, karın farkında olma, akşama ne pişireceğim, şu ne olacak, bu nasıl haledilecek, acelem var, yetişmem lazım derken neyi halediyoruz acaba. Etrafımızda öfleyen, püfleyen, suratı gülmeyen insanlar, çözülmeyen veya bekleyen sorunlar, hastalıklar her şey bir koşuşturmaca.
Afrika’da her şey yavaş yavaş hallolur. Hiç acele etmeye gerek yok. Hala telaşa devamsa gülümseyip “Hakuna Matata
yani problem yok her şey yolunda diyorlar. En zor şartlarda bile gayet sakin bir tarzda hemen bunu söylüyorlar. Eğer biraz telaş görürlerse hakuna matatanın arkasında “pole, pole” yani “yavaş, yavaş” diye de ekleme yapıyorlar.
Yavaşlamak lazım, koşmadan hayatın güzelliklerini yaşamak için pole pole demek lazım.
Uygulayanlara saygı duyuyorum, ben de uygulamayı umut edenlerdenim.
Önümde küre, parmağımı dolaştırıyorum, döndürüyorum, döndürüyorum, yerime geri dönüyorum.
Dünyanın tüm ülkelerini gezebilecek kadar zamanım olur mu bilmem, ama belki eşref saatimdir, bakarsın tutar. Örneğin yılbaşında piyango biletine büyük ikramiye çıkarsa…
Ah hayal kurmak ne güzel şey..
Vakit gelmiş,hızlı trafiğe kavuşma vakti..


                                                                                                Mektubunuz Var             




9 Aralık 2013 Pazartesi

Kabuk Adlı Şiir Kİtabından

Düşünceler ve hava soğuk.


      Sevgili Banu Başaren’in Kabuk adlı şiir kitabı duruyor masamda, arada göz gezdiriyorum, dinlenme şekli benim için okunan satırlar.


  Düşünceler
 Uyuyamıyorum,
  Düştü 
        Düşler,
 Düştü
        Düşer
               Düşler
                         Düşünceler.
 Beynimin içinde kuyruğu birbirine değmeyen tilkiler
 Yalan yalan,
 Dolmaz içindeki boşluk inan,
 Sadece avuturuz ve geçiştiririz acımızı.
 Rakı basar gibi çürük dişimize.,
 Ve bir gün acılar geri teper uyuşmuşluğumuzdan
 Kurşun
       Soğur içimizde.
       

                               Banu Başeren (sayfa 30)

Tesadüf açtım, düşünceler uçuştu.
Hava soğuk, günlerden pazartesi, kahve içip biraz kendime gelme saatlerim.
Düşünceler uyandıran değildi, kahvenin birkaç yudumuna kadar mışıl mışıl  uyuyordu, bir minik serçe gördüm, çocukluğumun serçeleri uçtu, geldi uzaklarda kalmış hayal görüntülerin penceresine kondu.
Ablam en güzel şarkılarını söylüyor, ne söylüyor? Yüreğime sevgi şakıyor.
Ankara ‘da bir yerlerdeyiz, ablama misafirim, yeğenlerim yok dünyada, eniştem çantada getirecek, akşamları kapı da gelmesine sabırsızlananım...( ne de olsa biz leylek çocuklarıyız!!!),o kadar küçüğüm.
Çorbanın dumanı tütüyor, kaşık kaşık içirmeye çalışıyor, soğuk dışarısı, çatı kenarından oluşmuş buz sarkıtları görünüyor dışarıda. Soba yanıyor, içerisi sıcacık ama beni ısıtan onun ellerinden içmek..
Ekmek kırıntılarını koyuyor pencerenin kenarına, kuşları hep doyurur ablam.
Hiç kuş olup uçmak istemedim, kuş deyince kış, soğuk gelir aklıma, yıllar öncesinden usuma yerleşmiş görüntüler ile.

Dolmaz içimdeki boşluk
İş yerimin penceresinden görünüyor, karşıdaki ağacın boş dallarını kuşlar işgal etmiş, düşüncelerimi Banu’nun satırlarından dallara kondurdular.Hava soğuk-yazmalıyım-çalışmalıyım-okumalıyım-telefon, kim arıyor?-sohbet-çay içer misin?-küçük çocuk, gelecek yaşanacak-büyüdüm yaşandı-acı-sızı, geçmiş-mutlu anlarda kalsak, buz gibi donsa, erimese-hüzün-yaşanmışlıklar-güneş açtı-ama hava soğuk.
Bir başlarsa uykusuzluk, geçmiş, gelecek derken dolmaz içimdeki boşluk.
-Ah sevgili, çılgın Banu-şiir kitabın hayırlı olsun-bir şiir bana bir pazartesi sabahı neler yazdırmaya başladı-önsözüne bayıldım-deliliğine güldüm-Şiir ne güzel şey –Bir ömrün anlatamadığını-Bir bakışa sığdırmak gibi(sayfa 9)



Kahvem çoktan bitti. İçimde bir boşluk, silinmişlikler anılarda hayal meyal. Neden düşünceler bir şiirle geçmişe ve hüzne dönüştü anlamadım,ama yazdım.?..

                                                                                                            Mektubunuz Var




6 Aralık 2013 Cuma

BİR VARMIŞ.BİR YOKMUŞ..

Bir varmış,

               
                     
Günlerden bir gün, aylardan bir ay, yıllardan herhangi bir yılmış.
Bir yerde, bir bebek dünyaya gelmiş, güneş gülmüş, her yer aydınlanmış.
Ağaçlar meyve vermiş, çiçekler cümbür cemaat, rengârenkmiş.
Deniz mavi, gök mavi, bir martı mavide, kuş şakımadaymış.
Yılan tıslamış bir kayanın arkasında, timsah su da, karınları tokmuş.
Pencerenin kenarından bakmış kedi içeri, köpek ona gülümsemiş.
Yoldan geçenler birbirlerine selam vermiş. Gün aydınlaşmışlar.
Bir an, bir şey, çok şey, bir anda mutluluk gelmiş.

Bir varmış,
     
Saniyeler demiş ki ,”ben büyüyeceğim”, dakikaya gitmiş, o da saate, saat günlere, günler haftalara, hafta aylara, aylarda yıllara gitmiş.
Bebek büyümüş, mevsimler değişmiş, mevsimler yaşanmış.
Birin yanına eklenmiş sıfırlar, bir çoğalmış, bebek büyük olmuş, evlenmiş, çoğalmış bebekler.
Birken bir sürü yavrusu olmuş kediciğin, köpekçiğin de, karınlarını doyurmuş birileri.
Bir sokak, bir sürü cadde, bir trafik, sorma gitsin.
Bir ev işi, bir iş, bunalmış bazen bir-ileri.
Bir sorun, birçok sorun, birin yanındaki sıfırlar binlerce çözüm demiş.

Bir varmış,
       
Her şey bir-den var olmuş. Her yer varmış, herkes varmış.
Güneş, ay, yıldızlar, toprak, deniz, dağlar varmış, doğa var.
Masallar başlamış, öyküler yazılmış, satırlar dolmuş,
Biri okumuş, birileri yazmış, birileri fırça darbesi sürmüş, biri şarkılar söylemiş.
Her can, bir hikâye olmuş.
Her şey bir le başlamış.

Derken bir gün,

Yok çıkmış ortaya.

       
Bir varsın, bir yoksun demiş.
Varsın, varsan her şey var, sen varsın.
Yoksun, yoksan ne var ki ortada…

Yaşam, bir var ile bir yok arasında, varlığın her şeklinde..
Bir varmış,

Bir, yok mu,YOK.. 

                                                                                                                yasemin.
                                                                                               MEKTUBUNUZ  VAR

 http://tamamenatiyorum.com/2013/11/30/blog-firtinasi/#comment-1704                     


5 Aralık 2013 Perşembe

Tembelliğe Mektup



Canım  Mine'm

Günlerdir beni yazmaya teşvik ediyorsun, köşeye çekilmiş tembelliğimi uyandırmayı başardın. Oysa tembellik sanatı hakkında epeyce yol almıştım!
Hiç üşenmedim, oturdum en sevdiğimi yazdım. Hatta bu konuda alfabe bile oluşturmaya başladım.

Tembellik.


Bugün iş yok…
Keyif zamanı.
Yüzümü bile yıkamadan çayı demlemeye gidiyorum.
Mükellef bir sofra hazırlamalıyım kendime.
Zararlı kahvaltı edeceğim işte…
Sucuklu yumurta, oh, tere yağda kırılmış, kızarmış ekmekler, yağ reçel, peynir, zeytin, birde sürmelik çikolata.
Hımmmmm,ay ben özlemişim kahvaltının acelesiz, zamanın çayın yudumlarında kalmasına..
Sofra mükemmel.
Kimse keyfimi bozamaz..
Bugün özel bir gün.
Tembellik etmenin anındayım..
En kıymetli porselen bardaktan çayımı içiyorum, sıcacık..
Kendi kendime gülüyorum, kıyafetim sofraya uygun değil! Gecelik, sabahlık, saçımı bile taramamışım, yani insan bu kadar mı üşengeç olur,olur?
Boş ver…
Bir lokma şundan, bir lokma bundan…
Ay bu ne mutluluk…

Karnım doydu, koltuk bana bakıyor,
Bir bardak çay da koltukta televizyon seyrederken içmeli…
Offf televizyonlarda ne seyretmeli, ıvır zıvır programlar... Birinde duruyorum.
Sessizliğimde ses olsun,
Kahvaltım bitti.
Çayımı içtim.
Dur şimdi de bir şekersiz kahve yapayım, bir kendime fal bakayım…
Ay ne güzel çıkmış fal…
Yollar görünüyor, bol bol gezeceğim.
Falın gerisi önemli değil, gezme kısmı harika
Zaten anlamıyorum ki faldan…
Çayım bitti, kahvem bitti.
Önümde bir şişe  su.
Canım hiç bir şey yapmak istemiyor.
Koltuğa uzanıyorum…
Bugün iş yok.
Tembellikteyim…


Ne güzel,  yorgun bedenin tembelliğe yenilmesi!
Geçen hafta sonu şahane bir kahvaltıya, Samsun’un meşhur pideleri eşlik edince, bugün iş gününde dinlenme hayal edilir ve bunlar yazılır, sevgili yeğenim.


Bana gönderdiğin bloğu inceledim ve yazmaya başlamana hayran kaldım. Aslında bu bloğu kendimi yazma alışkanlığı kazanayım diye de açmıştım. Bundan önce de Yeşim bana her hafta alıştırmalar postada göndermişti, her hafta oturup yazmaya çalıştım, hatta onlarda bir köşede duruyor.
Evet, ben hafta sonu bu yazma ve tembellikten kurtulma işine sayende, başlıyorum.
Uzun zamandır yoktum ve yok olup gideceğiz nerdeyse. Dedim ya, alfabe bile oluşturmaya başladım, üşenmeyip yazarım , umarım.


Tembelliğin  A-B-C Sİ…

A-Aerobik günü…

Kollarını yukarı kaldır, indir,
Başını sağa çevir, sola çevir…
Uzan…şimdi bacak hareketleri..

Evdeyim, aerobiğe takıldım kaldım. Kendi kendime spor yapma günümdeyim. Aslında daha başlayalı on dakika bile olmadı. Ay sıkıldım. Şimdi hareketsizlik var iken kendimi niye sıkıntıya sokuyorum ki…
Neymiş daha dinç olacakmışız, yok kendimizi iyi hissedecekmişiz…
Hadi şimdi bir iki, mekik çekelim. Karnımızın ağrıdığını hissedelim..
Bıraksam mı acaba? İnatla devam ediyor televizyonda ki kadın. Nerden de açtım burayı? Hadi açtım da niye yapıyorum, belki gözlüyordur beni…
Şimdi yüzüstü yatalım. Kollarımızla şınav çekelim…
Ay vallahi  halim kalmadı...Aaaa bir de az kaldı diyor.
Oh çok şükür, şimdi bütün vücudu dinlendirme hareketleri…
Bitti…
Koltuğa  oturdum, önümde çay …keyif anı..
Başardım ya, yarın bu kanalı açar mıyım acaba? Bilmem!

B-Bunalım

Bugün bunalım takılıyorum… Ortalık darmadağın. Ütüler birikmiş. Bulaşıklar bulaşık makinasına bile yerleştirilmemiş. Olsun.
Olsun, bugün hiçbir şey yapmadan, tek kelime bile konuşmadan günü geçirmek istiyorum.
Vücudum yorgun, halim hiç yok, yataktan çıkmadan gün geçirmek istiyorum.
Bunalım beynimde…
Yağmur yağıyor, hava karanlık ve soğuk.
Elektrikler kesik, sular kesik…
Boş ver… Canım hiçlerde…
İyisi mi bunalıma bırak kendini… Bunal bunal dur…
Hiç olmanın keyfindeyim..
Ben bene misafirim bugün..

C-Cazibe…

Sabah kalktım, pür neşe…
Yüzümü yıkarken yorgun halime bakıp şaşırıyorum.
Yok böyle olamam.
Önce ılık suyla bir kendime geliş, sacıma ayrı, vücuduma ayrı bol şampuan..
Ayaklardan başlayıp bolca kremlenme…
En özel parfümü sıkma…
Dolabın karşısında ne giysem diye düşünme…
Aynaya bakıp, kendime hayran, gözlerime ışığı da yerleştirdim mi tamam,
Dudaklarıma kırmızı ruj,  işte tamam.
İşe gitme vakti.


Ç  de kaldım, birgün çalışkanlığımda devam ederim.
Beni tembellikte yazmaya teşvik ettiğin teşekkürler
                                                                         Yasemin