Sevgili Ayfer Ablam,
Geçenlerde rüyamda koşturuyordun, bana bakmadan geçtin,
acelem var dedin, şimdi seninle konuşamam dedin. Sana sarılmak istedim,
sarılmadan gittin.
Uyandım, özlemin karanlığı doldurdu, oturdum sana dua okudum. Belki de, seni
unuttuğumu zannettin, kendi derdimle haşır haşır neşirim ya, anmadığım zaman
var zannettin, o yüzden benden kaçtın buluşma yerimizden, hasret giderdiğimiz
yerden.
Oysaki en çok andığım zamanlardasın, evimin her köşesinde
minik hediyelerin var, yaptığın örtüleri serdim geçenlerde sehpaya ve bende
senin yaptıklarına bakarak avunuyorum yattığım yerde, sen de kalçanı kırmıştın ya,
acılarını anladım belki de bir şekilde, ayağımın acısıyla.
Zor seneydi, sene değil kâbuslardaydık tümümüz. Özene bezene
duvarlarını süslediğin, kapılarına ebrular yaptığın, sehpalarını oyduğun,
koltuk örtülerini işlediğin sanat şaheseri evinden iz arıyordun yıkıntıların
arasında. Bir taşı kaldırıyor, elini bir yerden bire uzatıyordun. Ağlamıyorduk,
taşlardan taş olmuştuk acıyla. “Bak, yeşil çekyatın ucu gözüküyor, oraya çıkıp
bakalım” Çıkılacak gibi değildi ki.
Gözümün önünde taş yığınları, kulağımda ise tek söylediğin
cümle.
“Olsun, hiç olmazsa her şeyi kullandım”
Ben, deprem yılında yaşadıklarımızı belleğimden sildim,
anlatmaya gücüm yetmez. Sağ olduğunu anladığın anda mal canın yongasıdır deyip
insanlar mallarının peşindeydi. Sen ise dönüp, bana hayatımın dersini verdin.
“İçinde hiçbir şey ukte kalmasın, her şeyi kullan, saklama,
bir tek yatak örtüsü almıştım onu kullanmak kısmet olamadı.”
O günden sonra daha dikkat ettim, en yenileri, saklanılan
her şeyi kullanmaya. Hele ki bir de, ölümle burun buruna geldiğimde malın ne
kadar önemsiz olduğunu anladım bir kere daha.”Mal da yalan, mülk de yalan, gel
de biraz sen de oyalan” dediği gibi Yunus Emre’nin biz de oyalanmaya devam
ediyoruz işte.
Sen sevgiydin, ablamdın, annemdin,dostumdun..Ben ise senin
olmayan kızındım,çocuklarım ise torunların.
Öyle özlem doluydun ki, telefonda seni çok özledim der,
arkasından dolmuşa biner, uzaktan gelir, beni görmek için yarım saat yokuş
yukarı çıkar, bir de ağrıyan dizine rağmen altmış merdiveni çıkar, odama gelir,
beni beş dakika bile görmen kısmet olursa elinde yaptığın börek, pasta,
kurabiye gibi şeylerle bir de ufak bir hediye verir ve aynı yolları akşam
olmadan giderdin.
Ne zaman başım sıkışsa, sen elinde kocaman yemekleri bile
taşıyıp, misafirlerime hazırlanmamda yardım ederdin.
Kendi ailemden, eşimin ailesinden görmediğim desteği senden
gördüm ben. Çocukların yaz tatili başlayınca benim kâbusum da başlardı, yaz
tatilinde onlara kurs ayarlamaya, evde kadın tutmaya çalışırdım ama sen,
yazlığa bana getir derdin. Çocuklar kaç yazı sende geçirdi.
Tanıştığımız on altı sene olmuş, sensizlik ise sekiz sene.
Eminim bir sürü gönüllerde geziyorsundur, ama benim ve
çocuklarımın Ayfer ablası, her an anıldığından da eminsindir.
Oturup, on altı seneyi, seninle geçirdiğim her dolu anı
yazmak isterdim. Güzel sofralarda, şarkılarda, yürüyüşlerde, alışverişte,
okuduğumuz kitaplarda, yaptığın her tabloda, her eserde, sohbetlerde,
dertlerimizde, tüm paylaştığımız anlarda biz her şeyi dolu dolu yaşamışız.
İçimi acıtanlar ise, seni üzdüm mü, seni kırdım mı, sana
gelemediğim zamanlar bana kızdın mı gibi sorular? Bunları düşününce
hüzünleniyorum.
Başıma gelen en iyi dosttun sen.
Ne olur, rüyalarımda terk etme beni.
Özlemlerim fazla, arada gel, hasret giderelim.
Not: oğlumla askere gidecektin ya, hala soytarı üniversiteyi
bitirmedi.
Yasemin Akpınar
13.gün